Bilgi ve Değerler Kulübü’nün 2013 Bahar’ında düzenlediği ahlak konferansları dizisi çerçevesinde fakire de “Yeni Bir Ahlâkî Bilgeliğe Doğru” başlıklı bir konuşma yapmak nasip olmuştu. Esasen bu yeni bir konuşma değildi. Daha önce uluslararası bir sempozyumda sunduğumuz ve Yitirilmiş Hikmeti Ararken adlı kitabımıza dercettiğimiz bir bildiri metninin talebe huzurunda yeniden gündeme taşınmasından ibaretti. Ana fikrimiz şu idi: Ortaçağ İslam ahlak düşüncesi Eflatun ve Aristo’dan mülhem “Mutluluk Ahlakı”nın İslamî bir yeniden üretimiydi. Modern zamanlarda müslüman düşünürler Kant’ın “Ödev Ahlakı”na ilgi duydular ve İslam ahlakını vazife kavramı çerçevesinde yeniden inşa etiler. Ancak bu girişim geleneksel mutluluk ahlakının inkarı olmayıp ona eklemlenmeye, deontolojik ahlak-teleolojik ahlak tezadını aşmaya çalışıyordu. Günümüzde modern insanın anlam, özgürlük ve güvenlik arayışlarına karşılık gelen bir İslam maneviyatı öğretisine derin ihtiyaç vardır ve bu öğreti varoluşsal (varoluşçu değil) bir perspektiften yapılmalıdır. Bu yeni girişimin de eudaimonist ve deontolojik ahlak anlayışlarını inkar etmeksizin, birikimsel bir yaklaşımla mevcut geleneğe eklemlenmesi mümkündür.

Bu ana fikir çerçevesinde yapılan konuşmanın özeti şöyle verilebilir: ahlak konferans resimModern insanın anlam arayışı ahlâkî düşünceye varouşsal bir perspektif kazandırmayı gündeme getirir. Söz konusu arayış esas itibariyle varoluşun mebde ve meadı sorunuyla ilgilidir; ancak bu sorunun yüreğinde de varoluşsal güvenlik ve özgürlük sorunu yatmaktadır. Ne bilimin varoluşsal sorulara cevap bulmaktan uzak yöntemi ve ne de teknolojik yeryüzü cenneti ideali modern insanın bu arayışına tatmin edici bir cevap ortaya koyabilmiştir. Bu bakımdan İslâm ahlâkının nazarî boyutları üzerinde kafa yoranlar modern çağın tedirgin insanını iyi anlamak durumundadır. Anlam, güvenlik ve özgürlük arayışı gibi ifadelerin sadece bunalımlı entelektüelleri ilgilendirdiği, kitlelerin eşitlik, adalet ve fakirlik gibi sorunlarıyla hiçbir ilişkisi olmadığı düşünülebilir. Ancak bu yönde üretilecek çözümlerin son tahlilde insan tanımına dayandığı ve onun fıtratından uzak çözümlerin kalıcı olmayacağı gerçeğini ortadan kaldırmaz. İnsanın varoluşuna bir anlam veremediği durumda beşerî etkinliklerine daima bir istikamet probleminin eşlik edeceği de unutulmamalıdır. Bir an için ülkemiz insanının anlam kodlarını oluşturan İslâm maneviyatının tamamen ortadan kalktığını veya unutulduğunu düşünecek olursak, fakir olsun zengin olsun, güçlü olsun zayıf olsun, ortaya çıkacak kaybın ne olacağı tahmin edilebilir. Modern Batı kültüründe esas itibariyle olan bunun benzeri bir kayıptır ve sadece entelektüeller düzeyinde yaşanan bir krizi işaret ediyor değildir. Kitlelerin de hayata anlam katacak değerlerden hızla uzaklaştırıldığı, adı konmamış bir Nihilizm ve Hazcılık girdabında savruldukları ve üstelik bu hayat tarzını özgürlük sandıkları müşahede edilmektedir. Bu durumda ahlâkî söylemin insanın varoluşsal anlamı üzerinde yükselmesi, insana en derin talebi olan varoluşsal güvenlik alanı açan ve onu özgürleştiren manevî boyutlara vurgu yapması, kısacası insan olma sanatı olarak yeniden geliştirilmesi gerekmektedir.

 

Share →

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir